Soğuk, yağmurlu, karlı bir havada, yolların araba tekerleği ile uyumlu dansına güvenerek sabahın sekizinde Varto yoluna çıktık, şoför koltuğunda İsmail oturuyor iş güvenliği uzmanı, kazasız belasız ama uykusuz geçen nöbet sonrası çalışmaya devam etmeliyiz sofralarımıza ekmek gelsin diye, yormuyor insanı, çünkü emeğimizin karşılığını ödüyor patronlar, en azından şimdilik..
Yollar kar tutmuş, biraz da sis var, bir kaç köpek dışında ağaçlar dışında kimseye rastlamadık, altmış kilometrenin yarısını bitirdik, sanki bizden başka Varto'ya giden yok...
Soğuk, kar ve hafif tipinin olduğu, kaloriferin ısıtmasına rağmen içeride üşüdüğümüz, Kürtçe dengbejlerle ısınmaya çalıştığımız bir anda uzakta yol kenarında iki insan sanki, yaklaştıkça iki kadın, evet iki kadın, montları yok, şemsiye yok, kar üstlerine yağıyor, üşümüşler belli ki... el kaldırdılar, elli metre kaldı onlara, İsmail, hocam alalım mı dedi, ben ya kimdir bunlar, ne işleri var bu karda, soğukta, yapayalnız kadın başlarına, bilmiyorum ki derken, araç yanlarına yetişti ve İsmail frene basmıştı, yüreği el vermemişti, sen alalım dedin hocam dedi sonradan konuştuğumuzda ama ben farkında değildim alalım dediğimin, ikimizin de yüreği dur demişti demek...
İki kadın, soğuk, kar yağıyor, yol bembeyaz ve karla sarılıp yılan gibi Varto'ya uzanırken, ve kimseler yokken etrafta, üşüyen, yol kenarında bekleyen iki kadın, anlaşılır gibi değil...Önce pencereyi açtım, biraz da ürküyoruz, kim bunlar, hırsızlık, gasp, tuhaf şeyler akılda, tedirginlik yani...bir araçla Muş'dan buraya kadar gelmişler, araç köye sapmış ve inmişler öyle savunmasız yol kenarında ıslanıyorlar, üşüyorlar, korkuyorlar... Ne iş yaparsınız derken, otuzlu yaşlarda Suriyeli iki Kürt kadını olduklarını anlıyor ve binin diyoruz ürkek bakışlarla dolu yüzlerine...Dilenmek için yola çıktıklarını, kocalarının boya işi yaptıklarını, çocukları olduğunu öğreniyoruz...
Korkmuyor musunuz derken, kadının yüzündeki tedirginliği, korkuyu, endişeyi, ürkekliği kim tarif edebilir ki, hangi edebiyatçı, hangi öykü yazarı?
Bir kadın, bir anne, savaştan kaçan, yokluk, yoksulluk içinde çırpınan, yüreğinden nice parçalar kopan kimbilir...
Diğer kadının yüzüne bakamadım koltuğun arkasında kalmıştı, ama konuştuğum kadının yüzündeki ürkekliğe daha fazla dayanamadım, üzüldüm, utandım, mahçup oldum, lanet okudum savaşlara, çıkaranlara...
Kızım var iki tane, iki eski eşim, sevdiğim var, onları düşündüm...
Nasıl olur, soğukta, karda, kıyamette, yol kenarında, yapayalnız, üşüyorlar, ürkek, korku içinde, tedirgince kim olduğunu bilmedikleri bir araca el kaldırıyorlar.. Aklım almadı, vicdanım kanadı sanki, binlerce soru çarpıştı, empati yapmaya bile cesaret edemedim...
İki kadının isimlerini sormadık, kendimizi tanıtmadık, ve Varto girişinde indirdik...
Sarsıldık İsmaille, nasıl olur dedik defalarca, cevabını bulamayanlar lanet okurlar demek, defalarca lanet olsun dedik ve ekledik, acaba kadınlar sağ salim evlerine döndüler mi? Kocaları nasıl bırakır böyle yola? Ya çocuklar, evde hiç bir şeyden habersiz bekleyen anasız, babasız vakit öldüren çocuklar?
Savaşlar hep yakar, yıkar yuvaları, evleri virane eder, kimsesiz bırakır, öksüz ve yetim kalır çocuklar, evlatsız kocasız kalır anneler,
sağ kalan yoksullar da üşür, korkar ve dilenir, lanet olsun...